Kanser ve Nadir Hastalık Tedavilerinde Kullanılan İlaçların Bedellerinin SGK Tarafından Karşılanmasına İlişkin Davalar Kapsamında Verilen Güncel Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Kararları
- Nuri Melih İnce
- 14 May
- 4 dakikada okunur

Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, kanser ve nadir hastalık tedavilerinde kullanılan ve Sosyal Güvenlik Kurumunun (“SGK”) geri ödeme kapsamına almadığı ilaçların bedellerinin karşılanması talebiyle çok sayıda dava açılmıştır. Nitekim, bu ilaçların çoğu yenilikçi tedaviler sağlamakla birlikte oldukça pahalı ilaçlardır. Birçok ilacın bedelinin Sağlık Uygulama Tebliği (“SUT”) kapsamında geri ödemeye alınmaması gerekçe gösterilerek SGK tarafından karşılanmaması nedeniyle hastalar yargı yoluna başvurmak durumunda kalmaktadır.
Davaların önemli bir kısmı görev kuralları nedeniyle adli yargı nezdinde görülmektedir. Adli yargıda görülen bu davalarda, hastalar çoğunlukla davanın başında verilen ihtiyati tedbir yoluyla tedavilerine erişebiliyordu. Zira, ihtiyati tedbir kararı verilmeyen durumlarda hastalar davada bilirkişi incelemesi gibi aşamaların tamamlanmasını uzun aylar boyunca beklemek zorunda kalıyordu.
Bugüne kadar çok sayıda hasta bu davalar sayesinde tedavisine erişme şansı yakalamışsa da Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yakın zamanda verdiği kararlar hem ihtiyati tedbir kararları hem de esas yönünden verilen kararlar yönünden hastaların durumunu zorlaştıracak niteliktedir. Diğer yandan, Anayasa Mahkemesinin bir bireysel başvuru hakkında verdiği oldukça güncel tarihli bir kararda ortaya koyduğu yaklaşım da ihtiyati tedbir kararı verilmesine yönelik unsurların değerlendirilmesi bakımından hastaların lehine olacak şekilde Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin güncel kararından ayrışmaktadır.
Bu güncel ve oldukça önemli kararları aşağıda ayrı başlıklar altında ele aldık.
İhtiyati Tedbir Kararları: “Uyuşmazlığı Esastan Çözecek Nitelikte Tedbir Kararı Verilmemesi” Kuralı Davalarda Katı Bir Şekilde Uygulanmalı Mıdır?
İlaç bedellerinin SGK tarafından karşılanması talebiyle açılan davaların erken safhasında ihtiyati tedbir kararı verilip verilmemesi gerektiği sorunu yakın zamanda hem Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin hem de Anayasa Mahkemesinin kararlarına konu olmuştur.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi (“Yargıtay 10. H.D.”), 06.12.2024 tarihli ve 2024/6734 E. 2024/12498 K. sayılı kararı ile davanın erken aşamasında ihtiyati tedbir kararı verilip verilemeyeceğine dair önemli ancak sınırları belirsiz bir içtihat ortaya koymuştur.
Farklı bölge adliye mahkemeleri arasındaki uyuşmazlığın giderilmesi talebi üzerine önüne gelen dosyada, Yargıtay 10. H.D.; başvuruya konu ilacın, hastalığının tedavisinde hayati öneme haiz ve kullanılmasının zorunlu olup olmadığı, davaya konu ilaçla yapılacak tedavinin bilinen mevcut tedavi yöntemlerine göre özellikle sürekli olarak daha etkin ve daha yararlı olduğunun ve kullanılmasının tıbben zorunlu bulunduğunun, ilacın kullanılmaması halinde bu durumun davacının sağlığında ciddi, hızlı ve geri dönüşü olmayan bir bozulmaya ya da ölüme ya da yaşam beklentisinde ciddi azalmaya veya yoğun acıya sebep olacağı konusunda kabul görmüş ve tedbir kararı için dayanak alınacak yeterlilikte bir tıbbı otorite raporunun bulunmadığını ifade etmiştir. Bu kapsamda, Yargıtay 10. H.D., bu yönde bir tıbbi otorite raporunun bulunmadığı aşamada ihtiyati tedbirin mahiyetini aşacak ve davayı esastan çözecek nitelikte tedbir kararı verilmemesi gerektiğine hükmetmiştir.
Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi (“AYM”), İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin davanın esasını çözecek nitelikte ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği, ayrıca dosyada tıbbi otorite raporu bulunmadığı için başvurucunun ihtiyati tedbir için beklenilen yaklaşık ispat koşulunu sağlayamadığı ve devletin her durumda vatandaşa ücretsiz ilaç temin etmek gibi bir yükümlülüğünün bulunmadığı yönündeki kararı üzerine bireysel başvuru ile önüne gelen başvuruda Yargıtay 10. H.D.’dan farklı yönde karar vermiştir. AYM, bireysel başvuru dosyasında ilacın hasta için hayati bir öneme sahip olduğu ve başvurucunun bu ilaca derhal ulaşamaması halinde yaşamı bakımından ciddi bir tehlike ortaya çıkacağına dair rapor bulunduğuna dikkat çekmiştir. AYM, bahse konu ilacın başvurucunun hastalığının tedavisindeki önemi ve aciliyeti gözetildiğinde başvurucunun tedavisine derhal başlanması gerektiğini, başvurucunun ilaca ulaşamaması nedeniyle maddi ve manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunu ve bu tehlikenin ortadan kaldırılması konusunda gerekli tedbirlerin derhal alınması gerektiğini belirterek başvurucunun tedbir talebinin kabulüne karar vermiştir.
Bu bağlamda, Yargıtay 10. H.D.’nin güncel kararının AYM’nin kararından aksi yönde olduğu ve “tedbir kararı için dayanak alınacak yeterlilikte bir tıbbı otorite raporu” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirsiz olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, AYM kararının ihtiyati tedbir başvurularını inceleyen ilk derece mahkemeleri ve istinaf mahkemeleri tarafından göz önünde bulundurulması ve bu başvuruların anılan AYM kararı doğrultusunda incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir. Kanımızca, “uyuşmazlığı esastan çözecek nitelikte tedbir kararı verilemeyeceği” yönündeki ilkenin katı şekilde yorumlanması ve ihtiyati tedbir şartlarının ağırlaştırılması hasta mağduriyetini ve Anayasa ile güvence altına alınan temel hakların ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Yargıtay 10. H.D.’nin Davaların Esasına İlişkin Güncel İçtihatları: Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ile Sosyal Güvenlik Kurumuna Müzekkere Yazılması Gerekliliği
Yargıtay 10. H.D., ilaç bedellerinin SGK tarafından karşılanması talebiyle açılan davaların esasına ilişkin verdiği güncel kararlarda,[1] dava konusu ilacın sürekli olarak daha etkin ve daha yararlı olduğunun ve kullanılmasının tıbben zorunlu bulunduğunun tespitine yönelik olarak bir yöntem öngörülmüştür. Aşağıda detayları açıklanan bu yöntemin mahkemelerin iş yükünü artırabilecek ve yargılamayı uzatabilecek nitelikte olduğu, hâkimlerin yetkinliğini aşabilecek teknik unsurlar içerdiği ve hastaların aleyhine olabileceği değerlendirilmektedir.
Yargıtay 10. H.D.’nin benimsediği yönteme göre, dava konusu ilaca ilişkin Faz 3 çalışmalarının tamamlanıp tamamlanmadığının, ilaca hasta grubu ve hekim verilip verilmediğine ilişkin bilgilerin Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna sorulması gerekmektedir. Hasta gurubu verilmişse buna ilişkin varsa çalışma raporlarının ve üretici firmanın yurt içi temsilcisinden ilaca ilişkin tüm faz çalışmalarının celp edilmesi de gerekmektedir.
Diğer yandan, Yargıtay 10. H.D., SGK tarafından bedeli ödenen ilaçların hastanın hayatını idame etmesine yönelik asgari düzeyde tedavinin karşılanıp karşılanmadığının, şayet karşılanmıyor ise dava konusu ilacın sürekli mi yoksa geçici mi bir fayda sağladığının ve geçici bir fayda sağlıyorsa ne kadar süre bu faydanın sağlandığı belirlenmesi gerektiğini belirtmektedir.
Nihai olarak, Yargıtay 10. H.D.’nin son içtihatlarında, dava konusu ilacın mevcut tedavi yöntemlerine göre yan etkilerinin az olması, kısa süreli fayda sağlaması, mevcudun kontrol altında tutulması, yaşam kalitesinin artırılması vb. faydalarının bulunması durumunda idarenin, kendisine tanınan yasal sınırlar ilaçları her zaman SUT kapsamına alabileceği ifade edilmektedir. Bu bağlamda, Yargıtay 19. H.D., mahkemelerce karar verilirken, “talebe konu ilaçların yargı yolu ile ödenebilmesi için, ilacın tıbben ve fennen zorunlu, hayati öneme haiz ve özellikle kısa süreli etkinliğin ötesinde sürekli olarak etkin ve yararlı olması ile birlikte bütün faz çalışmalarını tamamlanmış, tıbbi otoritelerce kabul görmüş bir ilaç olması ve davalı Kurumun kabul edilebilir itiraz ve çekincelerinin bulunmaması halinde mümkün bulunduğu” hususunun gözetilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Sonuç
İlaç bedelinin karşılanması talebiyle adli yargı nezdinde açılan davalarda ivedilikle ihtiyati tedbir kararı alınması hastalar için oldukça önemlidir. Mevcut durumda, Yargıtay 10. H.D.’nin ihtiyati tedbir başvurularına ilişkin 06.12.2024 tarihli ve 2024/6734 E. 2024/12498 K. sayılı kararı, AYM’nin 06.12.2024 tarihli ve 2024/6734 E. 2024/12498 K. sayılı kararından ayrışmaktadır. Ayrıca, Yargıtay 10. H.D.’nin ortaya koyduğu “tedbir kararı için dayanak alınacak yeterlilikte bir tıbbı otorite raporu” ifadesinin ve raporun taşıması gereken unsurların muallak olduğu değerlendirilmektedir. Mevcut durumda, Yargıtay 10. H.D.’nin ihtiyati tedbir şartlarının varlığını katı şekilde ele aldığı düşünülmektedir.
Öte yandan, Yargıtay 10. H.D.’nin davaların esasına yönelik güncel kararlarında ortaya koyduğu yaklaşımın ise yargılama sürelerini oldukça uzatacağı ve mahkemelerin tahkikat yükünü orantısız biçimde artıracağı düşünülmektedir.
[1] Bu kararlardan bazıları şunlardır: Yargıtay 10. H.D. T. 24.02.2025, 2024/11967 E. 2025/2777 K., Yargıtay 10. H.D. T. 03.02.2025, 2024/11663 E. 2025/1249 K., Yargıtay 10. H.D. T. 24.02.2025, 2025/290 E. 2025/2795 K.,